30 Haziran 2015 Salı

'Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.Dünya değişiyor dostlarım.' üzerine

' Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada
Hatıralar bile
O hatıralar ki kafatasından muhkem bir yerde saklıdırlar
O hatıralar ki tüyden hafif
Gök mavisinden duru
Etten kemikten uzaktırlar
O hatıralar ki
Bambaşka bir zaman içre yaşar dururlar
Gel demeden gelir
Git demeden giderler
Nur topu gibi açıldıkları olur bazan
Sonra sızım sızım sızlarlar
Her şey çözülüp gidiyor bu dünyada
Bir biri içinde
Bir biri peşi sıra
Bir tad dudakta
Bir ses kulakta
Sen toprakta çürürsün canım kardeşim


Ben ayakta'

İnsanı ayakta tutan şey nedir? yaşadığını hissettiren,mutlu eden,huzurlu kılan,daha az yalnız hissettiren şey nedir?
                 
aşk mı ? para mı ? özgürlük mü ? yoksa bilmediğimiz başka bir şey mi ?

nedir iyi hissettiren veya nedir günü kurtaran ? iyi hissetmek mi önemli yoksa günü kurtarmak mı hangisi daha iyi...

Basit yaşamaktan bahsedip her şeyi daha da karmaşıklaştırıyoruz sonra bi bakıyoruz koca bi cenderenin içindeyiz...

Biz kuşak olarak u-mutsuzluktan bahsediyoruz artık heyecanlarımızdan değil ne buruk bir şey demi? evet hayat da bize hiç destek olmuyor evet işsizlik, toplum baskısı en çok da kendini hiç bir işe yaramıyormuş gibi hissetmemek insanın yüreğini ince ince çürütüyor... sistem hepimizi ince ince eziyor her günümüz bir öncekinin aynısı kıvamına geliyor... hayatımız sosyal medya üzerinden akıp gidiyor sırf içimizdeki boşlukları doldurmak adına sırf düşünmemek adına saçma sapan şeyler yapmaya başlıyoruz ve en sonunda etiketlere inanmaya başlıyoruz...

aksi bi hayat mümkün mü?





                   

25 Haziran 2015 Perşembe

enginar

Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.
Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi
Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.

Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.

Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidiydi

Artık iyice inceldi.

24 Haziran 2015 Çarşamba

şiir hayattır :)

https://www.youtube.com/watch?v=XN_Zs05ryhc

http://www.dr.com.tr/Kitap/Ahlar-Agaci/Didem-Madak/Edebiyat/Siir/Turk-Siiri/urunno=0000000418019


beş kardeşi izleyin nazımı sevin :) azıcık da olsa gülün :) yada kocaman gülün :D

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!

Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR....


N.Hikmet



16 Haziran 2015 Salı

yeşil...

En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi


Sana gelince...
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum...
Ne yazık! 
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz...


Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri...
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!...
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...


En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün...
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz...


N.Hikmet - 1933

mavi...

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.


(Altıncı Kitap, Temmuz 1336/1920)
 


Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim

Bence sen de şimdi herkes gibisin

15 Haziran 2015 Pazartesi



İNSAN NE İÇİN YAŞAR?

Kim İçin Yaşıyorum?

‘İnsan ne için yaşar?’, ‘Neyle yaşar?’, ‘Neden yaşar?’ gibi sorular kafamı kurcalarken, elimde cep telefonuma boş bakan gözlerle Facebook timeline’ı aşağı doğru kaydırıyorum. Günümüz insanının geldiği kaçınılmaz son nokta… ‘Keşke bu kadar düşünmeseydim!’ diyerek, düşünmeye ve farkındalığın acısını çekmeye devam ediyorum.

Ben içinde hiç bir zaman anlamlandıramadığım bir ‘gitme’ isteğiyle yaşayanlardanım. ‘Gitmek mi? Kalmak mı?’ diye sorular sorarken Facebook’ta gördüğüm karakterler ve tiplerden bazı gruplamalar yapmaya başladım. 

Aslında kendi yaş grubumu çok basitçe ikiye ayırıyorum:

1.   Her şeyi anne babasından öğrendiği gibi yaşayanlar
2.   Özgür ruhlar, sözüm ona…

Toplum içinde yaşarken tam açıklanamayan bazı kurallara tabi oluyoruz. Hep kafamızda kalıplar var: Okulunu bitir, başarılı ol, iş bul, para kazan, evlen, çocuk doğur vs… Bazılarımız gerçekten bu skalaya uyup ailelerinin gözünde ‘başarılı’ evlat olmayı başarıyor. Bunlar aslında birinci grup. Peki ne yapıyor bu birinci gruptakiler? Önce Facebook’ta boy boy düğün fotoğrafları görüyoruz. Ardından son derece sıkıcı geçtiği her halinden belli olan balayı fotoğrafları geliyor. Tabii balayı dönüşü evlerinde büyük bir gururla malum markalardan alınmış 12 kişilik yemek takımlarıyla akraba ağırlamacalar başlıyor… Ve derken en sonunda daha doktor bile emin olamadan hamilelik haberi geliyor Facebook timeline’a… Bunların bazıları çocuk-kariyer ayrımına inat devam ediyor mücadeleye bazıları ise bunalımlarla boğuşuyor. Bir kesim de var ki sanki hayatta çocuk doğurmak yalnızca onun mekanik özelliğiymiş gibi sabahtan akşama kadar bununla abartılı bir şekilde gurur duyuyor. Ada’nın ilk kakası, Ada’nın ilk kusması falan gibi şeylerle muhatap oluyoruz sosyal medyada. Ama her ne olursa olsun onlar ‘tamam’ ve ‘başarılı’ hayatlara sahip insanlar oluyorlar toplumda. Asıl varmak istediğim nokta şu: Yaşadıkları tüm hayat televizyon kültürünün dayatması. Her şey tamamen geri kalma korkusuyla yapılıyor. Kitle iletişim araçları ile sosyal medya da bu hırsları ve korkuları pohpohluyor… Aman çok güzel ol, yaz geldi bilmem kimin diyetiyle zayıfla, şu mekanlara git, yeni çıkan telefonu al, 125 parça yemek takımı 2 bin TL yerine 1.799 TL, bebeğine şu markaları giydir, 30 yaşına geldi evlenemedi demesinler… Bu düşünceler tam olarak kime ait?

Özgürlük mü dediniz?...

Gelelim ikinci gruba; özgür ruhlar demiştim… Entelektüel gibi görünüp aslında öyle olmayanlar, gerçek gezginler bir yana hiçbir felsefeye ait olmadan ‘Abi Hindistan’a gidip 6 ay kalacaksın’ diyenler, günışığında sanat fotoğrafı sevenler bu grupta. Bunlar ailesinin geleneksel kalıplarını sözüm ona yıkmış ama farkında olmadan başka bir dayatma ve yaratılmış kültüre kapılmış olanlar. Gerçekten bir şeyleri başaran, her meslek alanında meyve veren insanları beğenmeyen, 45 yaşına kadar yüksek lisans yapanlar… Ama okunacak çok makale var değil mi? Kitle iletişim araçları ve sosyal medya bu ikinci grup için daha farklı alt mesajlar veriyor: Bağlanma, ajanslarda hayallerin uğruna kölelik yap çünkü sen art director’sün, çünkü senin hayallerin vardı, çünkü sen güzel sanatlar okudun, hani ‘sanat’ yapacaktık, yalnız yaşa, her eve bir televizyon, bir buzdolabı satmamız lazım, yıllarca sırt çantanı alıp gezgin olma hayalleriyle bu sistem için çalış ve para biriktir, yalnız ve özgür ol (evet, 2 bin TL maaş alarak özgür ol) gez, ye, iç, uyuşturucuyu dene… Ve bunların hiçbirini yapamadan öl. Bunların hiç birisi gerçek özgürlük değil.

What Can I Do Sometimes?

 Çok mu acımasızca oldu? Peki, ben nereye aitim? Ben kim için yaşıyorum ya da ne uğruna? Bizim gibiler ne yapmalı? Hiçbir gruba ait hissetmeyenler. Kendi çapında hayattan zevk almaya çalışanlar… Gördüğünüz gibi her iki grup da var olan sistemi beslemek için çalışıyor. Bütün gün çalışıp salon takımı almak için para biriktiren kızla, özgür ve yaratıcı insan olduğu yalanına inandırılarak reklam sektörüne emek veren insanın saflığı birbiriyle aynı benim gözümde. Çoğu insan kendini sorgulamadan bir gruba ait olmak için yaşıyor, yaşıyoruz. Ne olduğumuzu, neleri sevdiğimizi, neleri aslında çok sevebileceğimizi bilmeden gidiyoruz bir yerlere… Nereye gidiyoruz? Sahi? Doğaya dönelim derim ben. Doğaldan ve doğadan güç alalım. Hala insanlık tarihinin en eski sorularının cevaplarını aramaya çalışıyorum. Kim ve ne için yaşıyorum, bilmiyorum ve asla da öğrenemeyeceğim.

İlayda Şahin
www.gezenkiz.com